h.kanaatli @ hotmail.com

ALLAH ADİL MİDİR?

  Şöyle sorulabilir: “Dünyadaki olup bitenlere bakıyoruz, kimi zengin, kimi fakirdir. Kimi güçlü, kimi zayıftır. Kimi güzel, kimi çirkindir. Kimi huzurlu, kimi huzursuzdur. Kimi sağlıklı, kimi hastadır. Kimi uzun ömürlü, kimi kısa ömürlüdür. Kimi uzun, kimi kısa boyludur. Yer yüzündeki deprem, sel, kuraklık, kıtlık, savaş, ölüp öldürme, esir alıp esir olma vs. gibi durumlar, hiç eksik olmamaktadır.

   Peki Allah, neden bu dünyada “adalete” dayalı bir sistem kurmuyor veya kuramıyor? Oysaki bizler her zaman Allah’ın adil olduğunu ve zalim olmadığını söyleyip duruyoruz. Hatta Usulü’d-din (dinin ilkeleri) nin ilk maddesi olan “Tevhit” ten sonra ikinci maddeye getirip “adalet” ilkesini koymuşuzdur. O taktirde neden gerçekler ile inancımız bu kadar çelişmektedir?

 

   Cevap:

    Bizim Allah’ın “adil” olduğu inancımızdaki maksadımız, “Allah’ın, kullarının yaptıkları fiillerin/amellerin karşılığını vermesi yönüdür!” Fakat dünyadaki yürürlükte olan gerçekler böyle değildir! Evet dünyadaki birçok insan tecavüze maruz kaldığı, birçoklarının savunmasız ve yoksul bir hayat sürdüğü, çoğu insanların baskı ve zulüm altında inim inim inlediği bir vakiadır!

   Diğer taraftan da bir kısım insanlar refah içerisinde yaşamlarını devam ettiriyor, güzel bir hayat sürdürüyor ve kendi kendine yeterlidirler! Kısacası diğerlerinin çektikleri acıları bunlar çekmemekteler!

   Dolayısıyla bu soru, sonsuza dek sorulacak bir sorudur. Yani Allah’ın “adil” oluşunun ne olduğu, sürekli olarak sorulan sorulardan biridir ve kıyamete kadar da sorulacaktır.

  Allah’ın “adil” oluşu, aslında her kesin yapmış olduğu amellerin/eylemlerin karşılığını vermesidir! Allah Teala insanlar arasında ayrımcılık yapmaz ve kimseye de haksızlık etmez!

- “Allah zerre miktarınca zulmetmez!” (Nisa: 40)

- “Kim zerre kadar hayır işlerse onun karşılığını görecektir ve kim de zerre kadar şer işlerse, onun karşılığını görecektir.” (Zilzal:8)  

   Fakat Allah’ın “adaleti”, insanların adalet anlayışı gibi değildir. Yine Allah’ın yaptığı işler de insanların yaptıkları işlerin aynısı değildir!    Yani Allah, insanların sahip oldukları duyguya sahip değildir. Allah’ı insan gibi tasavvur etmek, ilahiyat düşüncesinin afetlerinden biridir. Buna İngilizcede “Antropomorfizm/Allah’ı insan biçiminde tasavvur etmek” denir! Böyle bir tasavvur, avamca bir Allah bilgisidir. Allah’ı güçlü, büyük bir insan şeklinde tasavvur etmektir. Yani O’nu, insan duygularına sahip bir Allah olarak görmektir!

   Bundan dolayıdır ki, avam insanlar, insanoğlundan bekledikleri “adalet” in aynısını Allah’tan beklemekteler!

   Örneğin sizler bir ülkenin Cumhurbaşkanından her kese el atmasını beklersiniz. Her kesin Cumhurbaşkanından eşit bir şekilde bir şeyler almasını umarsınız. Umut edersiniz ki toplumun malını insaf ve adalet ile her kes için pay etmiş olsun. Zulmetmesin ve zulmedenlerin de önünü alsın.

   Fakat bakıyorsunuz ki dünya hiç te öyle değildir. Allah zalimlerin önünü almıyor. Zalimin biri güç yetirdiği ülkeye giriyor, orada on binlerce insanı katlediyor, daha sonra da çok rahat bir şekilde ölüm döşeğinde tatlı bir şekilde ölüyor. Ölmeden önce de rahatlık ve ferahlık içerisinde yaşamını sürdürüyor!

   Veya birtakım insanlar suç işliyor ve ceza almaktan da kaçmayı başarıyor. Kimse gelip de onun yakasından asılmıyor vs.!

   Demek ki bizler Allah’ı adil bilmemizle birlikte onun adaletinin, insan adaleti türünden olmadığını da görüyoruz.

   O’nun adaleti “İlahi adalet” tir! Bu durum O’nun tüm vasıfları için de geçerlidir.

   Yani bizler Allah’a “alim” dediğimizde, O’nun ilmi insan ilmi türünden değildir. Diğer bir ifadeyle Allah’ın ilmi, bizim zihnimizde oluşan anlamlar türünden olan “ilim” sınıfından değildir. O’nun ilmi, başka bir tür ilimdir.

   Tabi ki Allah alimdir, fakat O’nun ilmini kendi ilmimiz ile mukayese etmemeliyiz. Diğer şeyleri de öyle.

   Fakat “dünya niçin böyledir ve Allah neden cihanın böyle olmasına razı olmuştur?” sualine gelince, gerçek şu ki, ben de bunu bilmiyorum ve hiç kimse de bunun böyle olduğunu bilemiyor!

   Yani Allah’ın dünyayı bu şekilde idare etmesindeki hikmet nedir, tarihin ilk başlangıcından sonuna kadar bu dünyada zalimin olmasını neden irade etmiştir, mahrumiyetin bulunmasını, fesadın, hilenin, zulmün var olmasını niçin murat etmiştir, ben ve hiç kimse de bunu bilemiyordur!

   Tabi ki bunlar insan doğasının mahsulüdürler. Yani insan doğası böyle olduğu içindir ki tarih de böyle olmuştur! Çünkü biz insanların şehveti ve gazabı vardır, birbirilerimiz ile bir arada bulunduğumuzda, gücü ve şehveti fazla olanlarımız daha fazla huzur elde edebilmek için ötekilerini alt etmek istiyorlar.

    Gerçi Allah insanoğluna akıl da vermiştir ki oturup bu akıl ile düşünsün. Fakat insanların aklı genelde duygularının esiri olduğu için, onu da duygularının uğrunda kullanıyorlar.

   Peki:  “Allah insanı niçin bu şekilde yaratmış ve bu duyu parçalarını toplayıp onların bütününden onu oluşturmuştur? Ve yine bu parçalardan müteşekkil insanoğlu da bu fitneleri ortaya koymuştur? O’nun insanı bu şekilde yaratmasındaki hikmeti nedir?”

    Allah, insanı yarattığı ilk günde, meleklerin bu soruları kendisinden sorduklarında, cevabını onlara vermiştir!

   Kuran, bu hadiseyi şöyle nakleder:

- “Melekler Allah’a dedi ki, sen burada fesatçılık çıkaracak ve kan dökecek birini mi karar kılacaksın, oysaki biz seni tesbih ediyor ve hamt etmekte bulunuyoruz! Allah dedi ki; sizin bilmediklerinizi ben biliyorum!” (Bakara:30)

   Yani melekler insanoğlunun ne olduğunu biliyorlardı! Ve biliyorlardı ki insanın müteşekkil bulunduğu bu duygularının içerisinden korkunç bir mahluk çıkacaktır! Bundan dolayı da Kuran’da geçtiği üzere melekler Allah’a:

- “Sen öyle birini yaratıyorsun ki, onlar fesatlık yapıp kan dökeceklerdir.” (Bakara :30) o taktirde, böyle bir mahluku niçin yaratacaksın diye itirazda bulundular!

   Allah da onlara:

- “Ben öyle bir şey biliyorum ki, siz bilmiyorsunuz” diye cevap verdi!   

   Şimdi birtakım insanlar da meleklerin sorduğu o soruyu alemlerin Rabbi olan Allah’tan soruyor ve diyorlar ki, “Allah neden bu iki ayaklı insan namındaki varlığı yarattı ki bunlar da günümüze kadar bu fitne ve fesat işleri yapıp durdular ve kıyamete kadar da yapmaya devam edeceklerdir!”

   Bu sorunun mukabilinde Allah da o soruyu soranlara diyor ki; “Benim bildiğim şeyler vardır ki siz onu bilmiyorsunuz!” Yani bu zahirin altında bir de batın vardır ve bizlerin o batından haberimiz yoktur!

   Kısacası, kimi insanların şu melek sıfatlı sorusuna karşı cevabım, Allah’ın vermiş olduğu cevabın aynısıdır. Bu “ilahi cevap” tan başka bunun cevabı yoktur. Kuran da bizi bu ilahi cevaba muhatap etmiş ve hepimizin eline temiz bir su dökmüştür.

   Şunu da arz edeyim ki, bizler bu aleme ilahlık yapmak için gelmedik, kulluk yapmak için geldik. Allah ilahlığını yapacaktır ve bu onun özelliğidir. Bizler de kulluğumuzu yapacağızdır!

   Bizler zulmün karşısında hassas olmalıyız. Fesadın karşısında hassas davranmalıyız. Tüm rezillik ve kepazeliği mümkün olan her türlü gücümüzle yok etmeğe çalışacağız. Beşer hukuku hususunda ve yine insanca ve güzel yaşam hususunda da direnmeliyiz.

   Kısacası bizler insani vazifemizi yerine getirmeliyiz. Allah da kendi ilahlık görevini yerine getirmelidir.

   Fakat bizler Allah’ın yaptığı bu işlerin sırlarından haberdar değilizdir ve hiç kimse de hatta melekler ve peygamberler dahi bunu bilmiyorlar! Nitekim Kuran’da peygamberin gaybi sırları bilmediği hususunda Cenab-ı Hak onların ağzıyla şöyle buyuruyor:

-“Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum!” (Ahkaf: 9)