aliekberkaragoz34 @ gmail.com

DÜNYA SIRTINI DÖNSE NE YAZAR

İslam düşünce tarihinde hikmetin, adaletin ve takvanın en parlak temsilcisi olan Hz. İmam Ali (a.s), dünya hayatına karşı gösterdiği tavırla yalnızca kendi çağının değil, tüm çağlara hitap eden bir duruş sergilemiştir. O’nun felsefesi, dünyayı bütünüyle reddetmeye değil; ona haddini bildirmeye yöneliktir. Nehcü’l Belağa’da yer alan sözlerinde dünya hayatına dair sarf ettiği ifadeler, çağımızın tüketim ve gösteri kültürüne karşı keskin bir uyarı niteliği taşımaktadır.

Hz. İmam Ali’ye göre dünya, hakikatin üstünü örten bir perdedir. O şöyle der: “Sen mi Dünyayı suçluyorsun, yoksa o mu seni suçluyor?” (Nehcü’l Belağa, Hikmetli Sözler 131). Bu cümle, O’nun gözünde dünyanın gerçek değerini anlamak için güçlü bir anahtardır. Hz. İmam Ali’nin dünyaya bakışını sadece bir “red” değil, bilinçli bir “mesafe” olarak anlamak gerekir. Zira O’nun anlayışında dünya ne tümüyle kötülenir ne de tümüyle terk edilir; ama asla nihai amaç haline de getirilmez. O’nun anlayışında ve salıklarında: “Zühd, dünyayı terk etmek değil, onun sana hâkim olmasına izin vermemektir”. Bu, zahitliği yanlış anlamaya karşı da önemli bir düzeltme niteliği taşımaktadır. Hz. İmam Ali’nin yaşantısında görülen sade yaşam tarzı, hilafet makamında dahi gösterişten uzak oluşu ve ihtiyaç sahiplerine yönelik duyarlılığı; O’nun zühd anlayışının sadece sözde değil, fiilde de bir rehber olduğunu göstermektedir. Dünya ile kurduğu bu mesafeli ilişki, Hz. İmam Ali’nin adalet ve hakikat merkezli yaşama idealine de sıkı sıkıya bağlıdır. O’na göre dünya, insanı hakikatten uzaklaştırabilecek bir illüzyondur. Fakat bu illüzyonu tanıyıp ona karşı bilinç geliştiren kişi için dünya, Allah’a giden yolda bir vasıtaya dönüşebilir.

Günümüz dünyasında Hz. İmam Ali’nin bu bakış açısı, özellikle anlam arayışında olan bireyler için büyük önem taşımaktadır. Modern hayatın sunduğu yapay ihtiyaçlar, bireyin içsel huzurunu bozan geçici doyumlara dönüşmüş durumdadır. İnsan, sahip oldukça tatmin olacağını zannederken daha da yoksullaşmakta; kimliğini tüketimle tanımlar hale gelmektedir. Bu bağlamda Hz. İmam Ali’nin uyarısı bir pusula gibidir: “Dünya kalmak yurdu değil geçiş yurdudur.” (Nehcü’l Belağa, Hikmetli Sözler 133).

Modern insan, benliğini giderek artan bir şekilde dışsal göstergelerle –sahip olduklarıyla, takipçi sayısıyla, markalarla ve statüyle– tanımlamaktadır. Kapitalist sistemin sunduğu tüketim kültürü, bireyin değerini ne kadar harcadığıyla ölçer hale gelmiştir. Bu anlayış, insanın öz benliğiyle arasına mesafe koymakta; içsel huzuru, kalıcı anlamı ve ahlaki yönelimi köreltmektedir. Sürekli daha fazlasına ulaşma arzusu, insanı “olma”dan çok “sahip olma” üzerinden tanımlayan sığ bir yaşam tarzına mahkûm etmektedir. İşte tam bu noktada Hz. İmam Ali’nin dünya hayatına dair sözleri ve yaşam tarzı, çağımız insanı için yönlendirici niteliğindedir. O, insanların dışsal süslemelere değil, içsel olgunluğa yönelmesini salık vermektedir. Hz. İmam Ali’nin dünya hayatına yaklaşımı, yalnızca dini bir öğreti değil; aynı zamanda felsefi ve psikolojik bir içgörü niteliğindedir. O, zenginliği inkâr etmez; fakat zenginliğin kalbe yerleşmesini, insanı köleleştiren bir bağımlılık olarak görmektedir. O’na göre gerçek zenginlik; kanaat, adalet, tevazu ve hakikate bağlılıktadır. Günümüz toplumlarında giderek artan kaygı bozuklukları, tatminsizlik ve varoluşsal boşluk, O’nun bu hakikat merkezli bakış açısının ne kadar isabetli olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Üstelik Hz.İmam Ali’nin yaklaşımı sadece inananlara hitap etmez. O’nun sözleri; anlam arayan, hayatta daha derin bir hedefi olan her birey için evrensel mesajlar içermektedir. Çünkü o, insanın geçici olana değil; kalıcı ve yüce olana yönelmesi gerektiğini vurgular. Bu yönüyle, Hz.İmam Ali’nin dünya hayatına dair bakışı; din, kültür ve coğrafya fark etmeksizin tüm insanlığa hitap eden evrensel bir ahlak manifestosudur.

Netice itibariyle, Hz. İmam Ali için dünya, ne hepten hor görülmesi gereken bir azap yeri ne de arzuların serbestçe yaşanacağı bir cennet yansımasıdır. O bir imtihandır. Bu imtihanı geçmenin yolu ise, dünyaya gönül bağlamadan yaşamak, adaletten sapmamak ve hakikatin izinden gitmektir. O’nun dünya hayatına dair ortaya koyduğu bu bilinçli duruş, bugün de kalıcı bir ahlaki yönelişin temelini oluşturmaktadır. Çünkü o, sadece sözleriyle değil, hayatıyla da şunu göstermiştir: “Dünya sırtını dönse ne yazar, sen yüzünü hakikate dönmüşsen.”

Hamd, Allah’a mahsustur.